Bazı hayat olayları vardır. Büyük olaylardan değil; hani hemen her gün bir yerlerde olup bitenlerden bahsediyorum. Her birimizin hayatına bir uğrakta mutlaka giriveren, hayatımızın bir köşesinden öylece geçip gidiyormuş gibi yapan olaylardan bahsediyorum.
Doğumlar, düğünler ve de cenazeler gibi.
Bu tür olaylar, durumlar hayatın akışı içinde herkesin başına geldikleri için alabildiğine sıradandırlar, çokturlar ama tekil bir hayatın içinde de bir o kadar iz bırakırlar.
Doğumlar, düğünler ve de cenazeler, hayatın kilometre taşlarıdır bir bakıma.
30 Mayıs 2015 Cumartesi
20 Mayıs 2015 Çarşamba
Golden Shadows of Asaf Avidan
An absolute masterpiece, an album to be listened for years, again and again. Gold Sahadow of Asaf Avidan is filled with nothing but unadulterated goodness. Album immediately surrounds you upon hearing the opening track, “Over My Head”, with an emotion of driving along an empty road, soft, gentle, comfortable, and easy.
Almost whole album is an emotional spin of a listen. This is one of those albums that quickly goes into you and gets in your head. Each song comes with touchy lyrics. The most immediately arresting element of Avidan is his voice. Feminine and unusually high, Avidan's vocal style is reminiscent of a 1940s torch singer with 21st century pop phrasing. It's certainly distinctive and he knows how to wield it to great effect.
“Ode To My Thalamus” (!) is a calypso-like catchy number (with inflections of those French melodies you’d hear in the ’60’s); “The Jail That Sets You Free” has a gospel feel at the beginning, with its handclaps and moves into a great, danceable ’80’s style track (think Spandau, circa Journeys To Glory). “Gold Shadow” is a piano dirge – a torch song – which is stark, lyrically vivid and haunting; “Let’s Just Call It Fate” is a country/Americana sounding beauty (an absolute highlight) and “Fair Haired Traveller” is the gentle, acoustic finger-picked closer.
There are deep, mournful orchestral ballads like "My Tunnels Are Long and Dark These Days" and the title track, along with creepy blues dirges like "Bang Bang." Still, it's all very stylized and, though entertaining, it's hard to get a read on who Avidanreally is. Tucked away at the end of the record are a pair of intimate solo acoustic songs that are both stunningly honest and at total odds with the album's overall tone. The elegant Leonard Cohen-esque"The Labyrinth Song" and the delicate folk ballad "Fair Haired Traveller" reveal the wonderfully talented songsmith without all of the affectations.
Although openly prepared for US market, Gold Shadow is beyond any boredom albums of American style. Absolutely an album which will be listened for years.
Asaf Avidan | Gold Shadow | Telmevar Records | 2015 *****
16 Mayıs 2015 Cumartesi
Addin
Trianna büyük bir ülkeydi. Büyük ve karışık. Güzel yerleri de vardı, gidenin bir daha uğramak istemeyeceği yerleri de… Farklı farklı insanlar, farklı farklı hayvanlar ve elbette ki farklı farklı bitkiler de yaşardı bu ucu bucağı yokmuş gibi görünen ve iki yakası bir araya gelse o yakayla bu yakanın birbirine hiç benzemediği düşünülecek ülkede. Her şey çeşit çeşitti ya işte, birbirinden farklı halkları da vardı. Bir araya gelseler birbirlerine benzedikleri düşünülmekle birlikte ayrı coğrafyaların insanları oldukları şıp diye anlaşılacak halkları vardı bu koca ülkenin.
Herkesin kendince mutlulukları ve yine herkesin kendince dertleri vardı. Ve elbette ki herkesin kendince çareleri de vardı var olmasına ama Trianna’nın doğusunda yaşayanların ayrı bir derdi vardı. Aslında ayrı demek yanıltıcı olurdu; çünkü birbirine benzemeyen ovaların, göllerin, denizlerin olduğu ülkenin bütün dertleri sanki derlenmiş toplanmıştı da doğuya, oralara yığılmıştı.
Dağlıktı oralar. Hem de nasıl! Dağların yamaçlarına tutunmuş köyler, hani dokunsan düştü düşecekti. Keçiler, katırlar, insanlar patikalardan geçer ve geçit vermez sarp kayalıkları, dik tepeleri bin bir zahmetlerle aşarlardı. Ve oraların insanları en çok belli bir yolu yürüdükten sonra tepeye vardıklarında güneye ve batıya doğru uzanıp giden düzlükleri seyretmeyi severlerdi. Yeri gelir bir kartal olurlar, yeri gelir bir güvercin, o düzlüklere doğru süzüldüklerini hayal ederlerdi; yaralı, bitkin ve ter içinde…
Herkesin kendince mutlulukları ve yine herkesin kendince dertleri vardı. Ve elbette ki herkesin kendince çareleri de vardı var olmasına ama Trianna’nın doğusunda yaşayanların ayrı bir derdi vardı. Aslında ayrı demek yanıltıcı olurdu; çünkü birbirine benzemeyen ovaların, göllerin, denizlerin olduğu ülkenin bütün dertleri sanki derlenmiş toplanmıştı da doğuya, oralara yığılmıştı.
Dağlıktı oralar. Hem de nasıl! Dağların yamaçlarına tutunmuş köyler, hani dokunsan düştü düşecekti. Keçiler, katırlar, insanlar patikalardan geçer ve geçit vermez sarp kayalıkları, dik tepeleri bin bir zahmetlerle aşarlardı. Ve oraların insanları en çok belli bir yolu yürüdükten sonra tepeye vardıklarında güneye ve batıya doğru uzanıp giden düzlükleri seyretmeyi severlerdi. Yeri gelir bir kartal olurlar, yeri gelir bir güvercin, o düzlüklere doğru süzüldüklerini hayal ederlerdi; yaralı, bitkin ve ter içinde…
5 Mayıs 2015 Salı
Güne Zizek'in "Sinik İdeoloji"siyle Başlamak
Sabah, daha az önce hastane bahçesinde servise doğru yürürken Zizek'in "sinik ideoloji" dediği insanlık hali ile karşılaştım.
Bahçeyi temizleyen iki temizlik işçisi kendi arasında konuşuyorlardı. El arabasını taşımakta olan yerleri süpürerek kendisinden uzaklaşan arkadaşına seslendi: "Bakma sen söylenenlere; AK Parti yine gidip oyları alacak; adamlar çalsalar da çarpsalar da çalışıyorlar!" Arkadaşına neredeyse bağırarak ve biraz da keyif alarak söylediği sözlerinin son kısmında göz göze geldik. Bana bakarak yarım ağız da gülmeyi eksik etmedi; ön dişlerinin bir iki tanesi dökülmüştü (ve tabii ki yerine konamamıştı) ve konuşmasında hafif bir peltekleşmeye yol açmıştı eksik dişler.
Onun muzipliğine (ve sonradan farkettiğim sinik haline) kapıldım ve "Yapma yahu!" dedim, hem sitem eder gibi yaparak hem de gülümseyerek. Hatta ellerim montumun cebindeydi ve onları çıkarmadan bedenim "Bu kadarı da olmaz!" dediğimi belli etmek istercesine zıpladı, kıvrıldı, bir şeyler oldu işte.
Bahçeyi temizleyen iki temizlik işçisi kendi arasında konuşuyorlardı. El arabasını taşımakta olan yerleri süpürerek kendisinden uzaklaşan arkadaşına seslendi: "Bakma sen söylenenlere; AK Parti yine gidip oyları alacak; adamlar çalsalar da çarpsalar da çalışıyorlar!" Arkadaşına neredeyse bağırarak ve biraz da keyif alarak söylediği sözlerinin son kısmında göz göze geldik. Bana bakarak yarım ağız da gülmeyi eksik etmedi; ön dişlerinin bir iki tanesi dökülmüştü (ve tabii ki yerine konamamıştı) ve konuşmasında hafif bir peltekleşmeye yol açmıştı eksik dişler.
Onun muzipliğine (ve sonradan farkettiğim sinik haline) kapıldım ve "Yapma yahu!" dedim, hem sitem eder gibi yaparak hem de gülümseyerek. Hatta ellerim montumun cebindeydi ve onları çıkarmadan bedenim "Bu kadarı da olmaz!" dediğimi belli etmek istercesine zıpladı, kıvrıldı, bir şeyler oldu işte.
2 Mayıs 2015 Cumartesi
Acıları karşılaştırmak acınızı daha görünür yapmaz!
Ölüm olunca duruyorum, duruyoruz. Hayat ağır bastığından değil, bir tek; çeşitli imkânlar, birbirinden farklı olasılıklar artık geride kaldığından. Ölüm, anahtarı, kolu olmayan bir kapı gibi: Kapanır ve kalanları biçare bırakır.
Ama beni esas şaşırtan biçare kalmak değil! Kendi acısına yönelmiş hoyratlığa, o acıyı hep başka acılarla kıyaslamaya şaşırıyorum.
Türkiye sağ siyaset, Myanmar'daki Müslümanlara, Urumçi’deki Türklere, Irak’taki Türkmenlere, Hocalı’daki Azerilere, Erzurum'da öldürülenlere ancak ve ancak başka acılar gündeme geldiğinde hatırlanmalarını armağan etmiştir. Bu acılar, ne yazık ki başka acılarla tokuşturulur. Sanki başka acılardan bağımsız, onlarla bir şekilde kıyaslanmadan hatırlanamayacak gibidir bu acılar.
Ama beni esas şaşırtan biçare kalmak değil! Kendi acısına yönelmiş hoyratlığa, o acıyı hep başka acılarla kıyaslamaya şaşırıyorum.
Türkiye sağ siyaset, Myanmar'daki Müslümanlara, Urumçi’deki Türklere, Irak’taki Türkmenlere, Hocalı’daki Azerilere, Erzurum'da öldürülenlere ancak ve ancak başka acılar gündeme geldiğinde hatırlanmalarını armağan etmiştir. Bu acılar, ne yazık ki başka acılarla tokuşturulur. Sanki başka acılardan bağımsız, onlarla bir şekilde kıyaslanmadan hatırlanamayacak gibidir bu acılar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)