De te fabula narratur!
(Horace, Satires) cited by Karl Marx, Das Kapital, 1867
And the paranoid builds it again, not more splendid, it is true, but at least so that he can once more live in it. He builds up by the work of his delusions. The delusional formation, which we take to be pathological product, is in reality an attempt at recovery, a process of reconstruction.
Sigmund Freud, Psychoanalytische Bemerkungen über einen autobiographisch beschriebenen Fall von Paranoia (Dementia paranoides), 1911
(translated by Andrew Webber, The Schreber Case, Penguin Books)
People are strange, when you're a stranger
Faces look ugly when you're alone
Women seem wicked, when you're unwanted
Streets are uneven, when you're down
When you're strange -faces come out of the rain
When you're strange -no one remembers your name
When you're strange, when you're strange, when you're strange
The Doors, People Are Strange, 1967
22 Mart 2015 Pazar
21 Mart 2015 Cumartesi
Kaygının Keyfini Çıkar!
Şimdi herkes kaygılı ve hayal kırıklığı içinde.
Çünkü aleni ümmetçi birisiydi. Din temelli milliyetçi (hatta ırkçı) düşüncelerini kimseyi umursamaksızın ifade edebiliyordu. Diplomatik teamülleri, görgü kurallarını ve nezaketi pek takan birisi değildi. Kendi sivriliğinin yanı sıra ailesinin vukuatları da cabasıydı.
Sürekli olarak kendisine yönelik sinsi bir komplo yürütüldüğünü söylüyordu. Söz konusu komplonun Amerika ve Avrupa’daki bir takım lobilerle onların iç uzantılarının eseri olduğunu dile getiriyordu. İç mihrakları bir takım entel-dantel takımı, bir takım medya patronu, köşebaşlarını tutmuş bir takım yazar bozuntusu ve teröristlerle işbirliği yapanlar oluşturuyorlardı.
Amerikancıydı ama Amerikan başkanı olsun, AB sözcüsü olsun herkese haddini bildirmekten de geri durmuyordu. Herkese ve her şeye yetiştirecek bir çift lafı, araya sokuşturacak bir çıkıntılığı vardı. Patavatsızlığının, burnunun dikine dikine giden halinin, önemli başkentlerde sevilmediği de dile getiriliyordu zaten.
Ülke tam anlamıyla ikiye bölünmüştü: Kaybederse “Eski, beceriksiz yöneticiler başa gelir” diye endişelenenler ve kazanırsa “Gelecek diye bir şey kalmaz” kaygısına kapılanlar. Toplumda öyle bir ruh hali yaratmıştı ki ister kendisini desteklesinler ister karşı olsunlar herkes kendisini sıkışmış hissediyordu.
Karşıtları artık her ne olursa olsun ondan kurtulmak istiyordu. Taraftarları ise her ne pahasına olursa olsun onu koltuğunda tutmak istiyorlardı. Onun kaybetmesi ya da kazanması toplumun her kesimi için neredeyse varoluşsal bir kaygıya dönüşmüştü.
Karşıtları, yıllar sonra bu sefer yenileceğinden ya da en azından geriletileceğinden emindiler. Bu tehlikeli adam gidecek ve toplum rahat bir nefes alacaktı. Kamuoyu yoklamaları, sandık çıkış anketleri ve özellikle büyük şehirlerdeki hava artık kaybetmeye başladığını gösteriyordu. Zaten bu aleni ırkçı, çirkef, savaş heveslisi, dur durak bilmez adamı kim, niye severdi ki?
Çünkü aleni ümmetçi birisiydi. Din temelli milliyetçi (hatta ırkçı) düşüncelerini kimseyi umursamaksızın ifade edebiliyordu. Diplomatik teamülleri, görgü kurallarını ve nezaketi pek takan birisi değildi. Kendi sivriliğinin yanı sıra ailesinin vukuatları da cabasıydı.
Sürekli olarak kendisine yönelik sinsi bir komplo yürütüldüğünü söylüyordu. Söz konusu komplonun Amerika ve Avrupa’daki bir takım lobilerle onların iç uzantılarının eseri olduğunu dile getiriyordu. İç mihrakları bir takım entel-dantel takımı, bir takım medya patronu, köşebaşlarını tutmuş bir takım yazar bozuntusu ve teröristlerle işbirliği yapanlar oluşturuyorlardı.
Amerikancıydı ama Amerikan başkanı olsun, AB sözcüsü olsun herkese haddini bildirmekten de geri durmuyordu. Herkese ve her şeye yetiştirecek bir çift lafı, araya sokuşturacak bir çıkıntılığı vardı. Patavatsızlığının, burnunun dikine dikine giden halinin, önemli başkentlerde sevilmediği de dile getiriliyordu zaten.
Ülke tam anlamıyla ikiye bölünmüştü: Kaybederse “Eski, beceriksiz yöneticiler başa gelir” diye endişelenenler ve kazanırsa “Gelecek diye bir şey kalmaz” kaygısına kapılanlar. Toplumda öyle bir ruh hali yaratmıştı ki ister kendisini desteklesinler ister karşı olsunlar herkes kendisini sıkışmış hissediyordu.
Karşıtları artık her ne olursa olsun ondan kurtulmak istiyordu. Taraftarları ise her ne pahasına olursa olsun onu koltuğunda tutmak istiyorlardı. Onun kaybetmesi ya da kazanması toplumun her kesimi için neredeyse varoluşsal bir kaygıya dönüşmüştü.
Karşıtları, yıllar sonra bu sefer yenileceğinden ya da en azından geriletileceğinden emindiler. Bu tehlikeli adam gidecek ve toplum rahat bir nefes alacaktı. Kamuoyu yoklamaları, sandık çıkış anketleri ve özellikle büyük şehirlerdeki hava artık kaybetmeye başladığını gösteriyordu. Zaten bu aleni ırkçı, çirkef, savaş heveslisi, dur durak bilmez adamı kim, niye severdi ki?
20 Mart 2015 Cuma
Beyin İşleyişinin Anlaşılmasının Tarihsel Evrimi
Gariptir ama yüzyıllar boyu önemi de anlaşılmamıştır. İnsanlığın gelişmişlik düzeyi yetmemiştir, dinsel inanışlar engel olmuştur ve beynin işleyişinin anlaşılması da tarihsel bir gelişim göstermiştir. Hatta bu gelişim, tarihin gelişimine, yani sınıflı toplumların ortaya çıkardığı bilgi birikimine paralel bir seyir göstermiştir.
Her ne kadar beyin üzerinde iki bin yılı aşkın zamandır düşünülse de davranışlarımızın anlaşılması konusunda bu dinamik organımızın merkezi rolü son üç yüzyıl içinde anlaşılmaya başlamıştır. Örneğin Mısır Kralı Tutankamon yeniden dünyaya dönüşü için mumyalanarak hazırlanırken karaciğer, akciğer, mide gibi organları mezarında saklanmış ve kalbi bedeninde olduğu yerde bırakılmıştır; ancak kafatası açılmış ve beyni çıkarılmıştır.
7 Mart 2015 Cumartesi
Bu hatıralar kimin?
Biliyorum, birçok siyasi ve toplumsal gelişme olup bitiyor. Hatta ardı arkası kesilmiyor gelişmelerin, olayların. Ama bir yandan da pek farkında olmadığımız önemli gelişmeler yaşanıyor, bir yerlerde. Nerede? Örneğin bilim dünyasında.
Aslında oldukça popüler ve fantastik bir konudan bahsetmek istiyorum. Ama meselenin sadece fanteziyle sınırlı kalmadığını da düşündüğüm için...
2004 yapımı ‘Sil Baştan’ (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) filmini bilmem izlemiş miydiniz? İki sevgili, yürümeyen ilişkilerinin ardından birbirlerini unutmak için zihinlerinden ilişkilerine ait anıları sildiriyorlardı. Ama aşk bu ya, küçük bir hatıra kırıntısı zihinde bir yerlere, yapılan silme işleminin ulaşamayacağı bir yerlere saklanıyor ve iki sevgili farkında olmaksızın (birbirlerini hatırlamamalarına rağmen o silinememiş hatıranın da etkisiyle) tekrar ilişkilerinin en başına dönüyorlardı. İşte bu fantastik kurguda olduğu gibi hafızanızdaki bazı kötü anılardan kurtulmak ister miydiniz? Örneğin aşağılandığınız bir andan, hatırlamak istemediğiniz yüzlerden ya da bir kazadan, bir karardan…
Aslında oldukça popüler ve fantastik bir konudan bahsetmek istiyorum. Ama meselenin sadece fanteziyle sınırlı kalmadığını da düşündüğüm için...
2004 yapımı ‘Sil Baştan’ (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) filmini bilmem izlemiş miydiniz? İki sevgili, yürümeyen ilişkilerinin ardından birbirlerini unutmak için zihinlerinden ilişkilerine ait anıları sildiriyorlardı. Ama aşk bu ya, küçük bir hatıra kırıntısı zihinde bir yerlere, yapılan silme işleminin ulaşamayacağı bir yerlere saklanıyor ve iki sevgili farkında olmaksızın (birbirlerini hatırlamamalarına rağmen o silinememiş hatıranın da etkisiyle) tekrar ilişkilerinin en başına dönüyorlardı. İşte bu fantastik kurguda olduğu gibi hafızanızdaki bazı kötü anılardan kurtulmak ister miydiniz? Örneğin aşağılandığınız bir andan, hatırlamak istemediğiniz yüzlerden ya da bir kazadan, bir karardan…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)