Türkçesi “yenilenmek” demek. Daha doğrusu yeni fikirler, yeni yöntemler, yeni ürünler aracılığıyla varolan bir şeyin (eskinin) değişmesi demek. Hal böyle olunca, eskinin kötülenmesi ve yeninin sorgusuz sualsiz parlatılması gereken her yerde boy gösteriyor inovasyon: Siyasette inovasyon, yazılımda inovasyon, hastane hizmetlerinde inovasyon vb. Hakikaten bildiğimiz gibi değil, keza inovasyon kısırlaşan her şeyin kurtarıcısı gibi sunuluyor, öyle olması arzu ediliyor. Üşenmedim, internette bakındım; üniversitesinden derneklerine kadar herkes inovasyon günleri düzenliyor. Herkes yeninin peşinde… Yeni Türkiye’nin, yeni siyasetin… Neyse…
İşte bu inovasyon günlerinden bir tanesine, çok değil, bir yıl kadar önce televizyonda denk gelmiştim. Mikrofonun uzatıldığı inovasyon uzmanı (ki zaman zaman guru, hayat ve başarı bilgesi olarak anılıyor böyleleri) Türkiye’nin inovasyon gücünden ve marka değeri taşıyan, başka ülkelere de aktarılabilecek inoviyatif değerlerinden, buluşlarından bahsediyordu. Ciddi ciddi! Markalaşma, yani Türkiye ile birlikte anılma değeri yüksek olan üç inovasyondan bahsetmişti uzman.
Birincisi simit idi. ‘Simit ile Türkiye her yere, her coğrafyaya girebilir!” demişti. İkincisi ise taharet musluğu idi (Gülmeyin, çünkü uzman tüm bunları devletin televizyonunda olanca ciddiyeti, olanca hevesiyle, zevkle, şevkle, keyif ala ala anlatıyordu). Başka, özellikle de Batı toplumlarında olmayan çok özgün bir katkı olduğundan bahsediyordu. Üçüncü ise dolmuştu. Başka hangi toplum kent içi trafik karmaşasını azaltacak böylesi bir çözüm üretebilmişti ki. Kısa mesafeleri katetmek için çok uygun ve başka ülkelere de mutlaka pazarlanabilecek çok ilham verici bir buluştu, bu paylaşılmış taksi. Ve uzmanın parlak sarı kravatını sallandıra sallandıra söylediği gibi “Çok Türkiyeliydi”.
Nesneler, olaylar, durumlar, insanlar çeşit çeşit olasılıklar barındırır ama her eşyanın, her nesnenin de vaat ettiği imkânları ve sınırları vardır. Örneğin bıçak; bir ekmeği eşit parçalara da ayırabilir, bir hayatı sona da erdirebilir. Nesnenin, kişinin ya da bir durumun bünyesinde barındırdığı potansiyellerin (olasılıkların) açığa çıkması ise irili ufaklı birçok etkene bağlıdır. Bir olasılığın kuvveden fiile geçmesi için birçok faktörün, belirli bir zamanda, belirli bir mekânda bir araya gelmesi gerekir. İnovasyon dedikleri ise nesnelerin fiiliyatta bulunan ve pazarlanabilir tüm olasılıklarıdır. Kuvvede bulunan diğer olasılıklar ise bastırılmıştır ve anlaşılan o ki Türkiye’nin her inoviyatif değerine Türkiye’nin ruhu dibine kadar sinmiştir. Kuvveden fiile çıkmak için tetikte beklese bile…
Örneğin damacana; Türkiyeli büyük bir inovasyon barındırır bu nesne. Bir kamusal hak olan suyun para ile satılması için icat olmuştur. Ve elbette ki ülkemizde bir inovasyon aracı, bir ilham nesnesi olarak başka imkânlara da olanak tanımıştır. Bünyesinde barındırdığı bir olasılık elbette ki kuvveden fiile geçmiştir.
Örneğin kompresör hortumu. Aslında pek Türkiyeli değildir kendisi ama Türkiye’nin erkek ruhuyla birleşince acayip inoviyatif buluşlara kapı açabilmiştir. Sanayide, bu erkek diyarında birisinin bir diğerine içinde hava fışkıran basınçlı hortumu şaka için dürtmesi ancak ve ancak Türkiye’de mümkün olmuştur. Bu bastırılmış olasılık şaka amaçlı olarak kuvveden fiile geçmiştir.
Simit ve taharet musluğunun da hakkını vermek gerekir. Simit, iyidir, güzeldir. Çıtır çıtır, sıcacık yemek pek bir güzeldir. Ve mâlum her yerdedir, New York hariç değil! Girdiği yerler, saymakla bitmez ama ülkemizde bir de asgari ücret için ilham vericidir simit. Ücretlere her yıl kaç simitlik zam yapılacağı koca koca komisyonların işidir Türkiye’de! Simit, potansiyel bir ölçüm aracıdır ve senede bir kez kuvveden fiile geçer.
Taharet musluğu ise Avrupa’ya seyahat eden her Türkiyelinin hasretle andığı güzide bir inovasyondur. Alafranga tuvaletin tam ortasına konmuş Türkiyeli eşsiz bir buluştur. Ne de olsa Avrupalılar hacetlerini pencerelerden sokağa dökerken atalarımız maşrapayı Viyana kapılarına kadar taşımışlardı. Taharet musluğu da medeniyeti oralara yeniden götürdü.
Gelelim dolmuşa… Karşımızda tam bir inovasyon çağlayanı bulunmaktadır. Ulaşım denen ve olağan bir kamusal hak olması gereken ihtiyacın birilerine dükkanlaştırılmasından ibaret değildir. Bünyesinde barındırdığı olanaklar, olasılıklar çok geniştir.
Öncelikle üst üste, sıkış tepiş, kelle koltukta, bazen hakaretlere maruz kalarak içine doluşulan bir paylaşılmış taksidir. Yine de olağan şartlarda masumdur. Ekmeği eşit parçalara ayıran bir bıçak gibi yol masrafını eşit parçalara ayırır. Ama bünyesindeki olasılıklar, Türkiye’nin ruhuyla birleşince bir başka olmaktadır. Bir dolmuşun ıssız bir yere çekilmesi bu inovasyon çağlayanının başa gelmesinden hep korkulan olasılığıdır. Kim bilir kaç kadının eve dönüşünü çekilmez bir kâbusa dönüştürmüştür bu olasılık. Kim bilir kaç kez kuvveden fiile çıkma provaları yapmıştır. Bilinmez, ama muhtemelen çok! Türkiye’nin ruhu sağolsun…
Ve bu ülke, her yerinden erkeklik akan bir şoförle içinde baş başa kaldığımız bir dolmuştur. İlk fırsatta ıssız bir yere çekilmek üzere doludizgin karanlığa gitmektedir.
İşte bu inovasyon günlerinden bir tanesine, çok değil, bir yıl kadar önce televizyonda denk gelmiştim. Mikrofonun uzatıldığı inovasyon uzmanı (ki zaman zaman guru, hayat ve başarı bilgesi olarak anılıyor böyleleri) Türkiye’nin inovasyon gücünden ve marka değeri taşıyan, başka ülkelere de aktarılabilecek inoviyatif değerlerinden, buluşlarından bahsediyordu. Ciddi ciddi! Markalaşma, yani Türkiye ile birlikte anılma değeri yüksek olan üç inovasyondan bahsetmişti uzman.
Birincisi simit idi. ‘Simit ile Türkiye her yere, her coğrafyaya girebilir!” demişti. İkincisi ise taharet musluğu idi (Gülmeyin, çünkü uzman tüm bunları devletin televizyonunda olanca ciddiyeti, olanca hevesiyle, zevkle, şevkle, keyif ala ala anlatıyordu). Başka, özellikle de Batı toplumlarında olmayan çok özgün bir katkı olduğundan bahsediyordu. Üçüncü ise dolmuştu. Başka hangi toplum kent içi trafik karmaşasını azaltacak böylesi bir çözüm üretebilmişti ki. Kısa mesafeleri katetmek için çok uygun ve başka ülkelere de mutlaka pazarlanabilecek çok ilham verici bir buluştu, bu paylaşılmış taksi. Ve uzmanın parlak sarı kravatını sallandıra sallandıra söylediği gibi “Çok Türkiyeliydi”.
Nesneler, olaylar, durumlar, insanlar çeşit çeşit olasılıklar barındırır ama her eşyanın, her nesnenin de vaat ettiği imkânları ve sınırları vardır. Örneğin bıçak; bir ekmeği eşit parçalara da ayırabilir, bir hayatı sona da erdirebilir. Nesnenin, kişinin ya da bir durumun bünyesinde barındırdığı potansiyellerin (olasılıkların) açığa çıkması ise irili ufaklı birçok etkene bağlıdır. Bir olasılığın kuvveden fiile geçmesi için birçok faktörün, belirli bir zamanda, belirli bir mekânda bir araya gelmesi gerekir. İnovasyon dedikleri ise nesnelerin fiiliyatta bulunan ve pazarlanabilir tüm olasılıklarıdır. Kuvvede bulunan diğer olasılıklar ise bastırılmıştır ve anlaşılan o ki Türkiye’nin her inoviyatif değerine Türkiye’nin ruhu dibine kadar sinmiştir. Kuvveden fiile çıkmak için tetikte beklese bile…
Örneğin damacana; Türkiyeli büyük bir inovasyon barındırır bu nesne. Bir kamusal hak olan suyun para ile satılması için icat olmuştur. Ve elbette ki ülkemizde bir inovasyon aracı, bir ilham nesnesi olarak başka imkânlara da olanak tanımıştır. Bünyesinde barındırdığı bir olasılık elbette ki kuvveden fiile geçmiştir.
Örneğin kompresör hortumu. Aslında pek Türkiyeli değildir kendisi ama Türkiye’nin erkek ruhuyla birleşince acayip inoviyatif buluşlara kapı açabilmiştir. Sanayide, bu erkek diyarında birisinin bir diğerine içinde hava fışkıran basınçlı hortumu şaka için dürtmesi ancak ve ancak Türkiye’de mümkün olmuştur. Bu bastırılmış olasılık şaka amaçlı olarak kuvveden fiile geçmiştir.
Simit ve taharet musluğunun da hakkını vermek gerekir. Simit, iyidir, güzeldir. Çıtır çıtır, sıcacık yemek pek bir güzeldir. Ve mâlum her yerdedir, New York hariç değil! Girdiği yerler, saymakla bitmez ama ülkemizde bir de asgari ücret için ilham vericidir simit. Ücretlere her yıl kaç simitlik zam yapılacağı koca koca komisyonların işidir Türkiye’de! Simit, potansiyel bir ölçüm aracıdır ve senede bir kez kuvveden fiile geçer.
Taharet musluğu ise Avrupa’ya seyahat eden her Türkiyelinin hasretle andığı güzide bir inovasyondur. Alafranga tuvaletin tam ortasına konmuş Türkiyeli eşsiz bir buluştur. Ne de olsa Avrupalılar hacetlerini pencerelerden sokağa dökerken atalarımız maşrapayı Viyana kapılarına kadar taşımışlardı. Taharet musluğu da medeniyeti oralara yeniden götürdü.
Gelelim dolmuşa… Karşımızda tam bir inovasyon çağlayanı bulunmaktadır. Ulaşım denen ve olağan bir kamusal hak olması gereken ihtiyacın birilerine dükkanlaştırılmasından ibaret değildir. Bünyesinde barındırdığı olanaklar, olasılıklar çok geniştir.
Öncelikle üst üste, sıkış tepiş, kelle koltukta, bazen hakaretlere maruz kalarak içine doluşulan bir paylaşılmış taksidir. Yine de olağan şartlarda masumdur. Ekmeği eşit parçalara ayıran bir bıçak gibi yol masrafını eşit parçalara ayırır. Ama bünyesindeki olasılıklar, Türkiye’nin ruhuyla birleşince bir başka olmaktadır. Bir dolmuşun ıssız bir yere çekilmesi bu inovasyon çağlayanının başa gelmesinden hep korkulan olasılığıdır. Kim bilir kaç kadının eve dönüşünü çekilmez bir kâbusa dönüştürmüştür bu olasılık. Kim bilir kaç kez kuvveden fiile çıkma provaları yapmıştır. Bilinmez, ama muhtemelen çok! Türkiye’nin ruhu sağolsun…
Ve bu ülke, her yerinden erkeklik akan bir şoförle içinde baş başa kaldığımız bir dolmuştur. İlk fırsatta ıssız bir yere çekilmek üzere doludizgin karanlığa gitmektedir.
soL Portal, 21.02.2015
*Fotoğraf: Hurda Dolmuş - Ömer Ünlü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder