Çok etkilendiğim bir öykü olmuştu. Bir zamanlar. Notos Öykü'nün yedinci sayısında. Salinger'ın gönülçelen öykülerine benzetmiştim. Hani öyküyü bitirir ve son cümlede kendisi aslında çok da belli etmeden sizi etkileyen bir sonla karşılaşırsınız ya. Şatafat yoktur, gürültü de. Sadece küçük bir nokta. Hepsi bu. Ama içinizde derin bir çukur açar. İçine içine bağıran. İşte öyle bir öyküydü Özgen Ergin'in öyküsü. Tam da Galatalı Angelos kitabının arkasına yazıldığı gibi: "... Hani okuduktan sonra arkanıza yaslanır, derin bir nefes alır, yüzünüzün gevşediğini ve iki dudağınızın birbirinden ayrılarak şaşkın bir tebessüme dönüştüğünü, bir sonraki öyküye başlama düşüncesi ile yüreğinizin damarlarınızdaki basıncı artırdığını hissedersiniz ya; işte Özgen Ergin'in öyküleri, insanı okumanın lezzetine mıhlıyor..." [Max Jones]. Tam da böyle.
Bir daha başka yerde de rastlamadım Özgen Ergin'in öykülerine. Alaçatı'da yaşadığını ve resimler yaptığını biliyorum. O Kadar. Ama şuradan hakkında bilgi sahibi olunabilir.