I.
Yeni gelmişim nöbete. Ortalık sakin. Alışkın değiliz servisin böyle olmasına ama tedirgin de değiliz. Normal zamanlarda havada bu tür bir sakinlik olsa diken üstünde oluruz. Sessizlik fırtınanın habercisi gibidir. Ama o gün fırtına beklemiyoruz. Fırtınayı o güne beklemiyoruz.
Odadan çıkıyor. Başında bonesi yok. Maskesi yüzünde. Gözleri küçülmüş. Biraz da kızarmış. Biliyorum, nereden baksak üç gündür burada. Kesintisiz. Belki bir iki saat ya uyumuş ya da uyumamış. Hafif sallanıyor ki normalde de böyle sallanmayı sever. Bir de gülmeyi. Yine gülüyor. Yüzünün ancak yarısını görsem de gözleriyle gülüyor. Kızıl gözleriyle.
“Naber?” diyorum. “Ne olsun be, bildiğin şeyler işte.” diyor. Fazla yaklaşmıyor. Uzak duruyoruz birbirimizden. Normalde dokunmayı sever. Ya elimi tutar ya koluma girer. Sevecenliğiyle hepimizi gülmekten kırar geçirir. Şimdi gardı bir tık düşmüş. Bilmem kaçıncı rounda çıkacak boksör gibi. Yediği yumruklarla kelimeler ağzından zor çıkıyor. “Yorgun görünüyorsun.” diyorum. “Eh işte! Yorulduk biraz. Herkes yoruldu.” diyor. “Haydi git, dinlen biraz artık!” diyorum. Dokunmuyoruz birbirimize. Gözlerimiz değiyor sadece. Selam verip çıkıyor. Normalde sarılır. Mutlaka. Ama gidiyor. Sallanarak.
Ardından bakıyorum. En güvendiğim eller orada. Sırtını hiç sorgusuz sualsiz yaslayacağın dağ. Yorgun ama huzurlu olduğunu biliyorum. Ama o böyle şeyleri umursamaz. Hep tetiktedir yine de. Her zaman. Şimdilerde daha çok. Atik ve tetikte.
29 Mart 2020 Pazar
26 Mart 2020 Perşembe
"Gerisi Hep Rivayet" Şarkıları
Şarkıların öyküsü olur da öykülerin şarkıları olmaz mı?
Bu listede yer alan şarkıların hepsi bir biçimde Gerisi Hep Rivayet’in içinde yer almışlardı. Hatta o zamanlar, yani öyküleri yazarken, her öykünün altına öyküye eşlik eden şarkıyı da eklemiştim ama sonradan, yani kitabı basarken şarkıları kitaba eklemeye çekindim. Hem hakkım yokmuş gibi geldi, hem gereksiz, fazla bir paylaşım gibi geldi. Hem de şarkıların Gerisi Hep Rivayet’in üstünü örtmesinden de çekindim. Sonuçta, evet, bu şarkılar oralarda bir şekilde yer almışlardı ama öykülerin ortaya çıkış sürecindeki anlamları ile kendi anlamları arasında da oldukça fark vardı. Bu nedenle listeyi hep aklımda taşıdım ama hiç paylaşmadım. Kendimle bile…
Ama madem ki şimdi araya yıllar girdi, hatta ben bile neyi, ne zaman ve nasıl yazdığımı (dinlediğimi) unutmaya başladım (evet, bellek böyle bir şey değil mi? Yıllar geçtikçe su alan ve yavaş yavaş batıp giden) ve madem ki Gerisi Hep Rivayet’e artık çevrimiçi olarak ulaşılabiliyor, şarkıları da geri çağırmanın zamanı geldi.
Bu şarkılar kâh öykülere eşlik ederek, kâh öykülerin ortaya çıkmasını sağlayarak, kâh da öykülerin içinde yer alarak bir araya geldiler. Şarkıları da vardı o günlerin. Gerisi Hep Rivayet şarkıları bunlar. Ve onlar da artık burada uyusunlar, öylece.
23 Mart 2020 Pazartesi
Güzel bir şey...
Şu kötü günlerin içinde çok güzel bir şey oldu. Yazılama Yayınevi, Gerisi Hep Rivayet'i paylaşıma açtı. Yayınevi'nin sayfasından ücretsiz olarak erişilebiliyor ve indirebiliyor. Bu zorlu günlerde öykü okumak, öykülere dalmak da iyi gelir. Hepimize...
Teşekkürler Yazılama.
Ve bir de bu güzel habere, bir güzel ek daha... Yeni öyküler de dosya da hazır. Şu günler bir geçsin, hep beraber kâh gülerek kâh kahırlanarak okuyalım...
Sevgiler.
Sevgiler ama, bu öyle bir denk geliş ki Gerisi Hep Rivayet 23 Mart'ta, tam da dört yıl önce yayınlandığı günde paylaşıma açılmış. Bunu ben bile unutmuşum...
Çok ilginç, çok...
22 Mart 2020 Pazar
Limbik kapitalizmden dümbük kapitalizme geçişin sancıları!
Bence meseleyi Sovyetler’in çözülüşünden başlatmakta fayda var. Yani tüm bu geçiş sancılarını. Araya Körfez savaşlarını, İkiz Kuleleri, Afganistan işgalini, Çin’in devasa bir fabrikaya dönüşümünü ve Trumpgillerin iktidara gelişini yerleştirebiliriz. Salgın da bu sürecin şimdilik son halkası gibi. Koca bir tarihin parçası. Şok üstüne şok tarihinin!
Kapitalizmin orada, yani toplumları “şoke” eden olaylarda kalıp kalmayacağı ise nereye gideceğini bilen bir öznenin güç ve onay kazanıp kazanamamasına bağlı. Bu kadar yalın ve net.
Yoksa yaşanabileceklerin çapı çoktan açığa çıkmış durumda. “Şoklardan şok beğenin!” diyorlar. Daha ne desinler! Ama belli ki kapitalizm, 50 yıllık dönemini bu salgın şokuyla kapatıyor. Bir anlamda limbikten dümbüke geçerek...
Nedir limbik kapitalizm? Cevap bir beyin bölgesi ile ilgili: Limbik sistemle.
Bu bölgeye, insanı insan yapan bir beyin bölgesi de denebilir. Gerçi tüm memelilerde var ama insanda önemli ve farklı bu sistem. Oldukça hayati bir öneme sahip, evrimsel bir yanı var ve daha çok “canlılıkla, yaşıyor olmakla” ilgili. Yani bir tür “hayatta kalma” bölgesi. Canlılığın sınırı. Zaten limbik de “limbus” ile ilişkili. Yani kelime olarak sınırla, sınır olmayla ilişkili. İnsanın ve canlılığın sınırıyla.
Mesela ödül, haz orada. Doyum, başarı ve keyif de orada. Vaatler, hayaller, serüvenler de orada. Kırılmalar, vazgeçişler ve kabullenişler de...
İşte kapitalizm, hep bu bölgeye seslendi, hep bu bölgeyi aktive etti: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” mesela tam da limbik bir seslenmedir. Hem de çok!
Kapitalizmin orada, yani toplumları “şoke” eden olaylarda kalıp kalmayacağı ise nereye gideceğini bilen bir öznenin güç ve onay kazanıp kazanamamasına bağlı. Bu kadar yalın ve net.
Yoksa yaşanabileceklerin çapı çoktan açığa çıkmış durumda. “Şoklardan şok beğenin!” diyorlar. Daha ne desinler! Ama belli ki kapitalizm, 50 yıllık dönemini bu salgın şokuyla kapatıyor. Bir anlamda limbikten dümbüke geçerek...
Nedir limbik kapitalizm? Cevap bir beyin bölgesi ile ilgili: Limbik sistemle.
Bu bölgeye, insanı insan yapan bir beyin bölgesi de denebilir. Gerçi tüm memelilerde var ama insanda önemli ve farklı bu sistem. Oldukça hayati bir öneme sahip, evrimsel bir yanı var ve daha çok “canlılıkla, yaşıyor olmakla” ilgili. Yani bir tür “hayatta kalma” bölgesi. Canlılığın sınırı. Zaten limbik de “limbus” ile ilişkili. Yani kelime olarak sınırla, sınır olmayla ilişkili. İnsanın ve canlılığın sınırıyla.
Mesela ödül, haz orada. Doyum, başarı ve keyif de orada. Vaatler, hayaller, serüvenler de orada. Kırılmalar, vazgeçişler ve kabullenişler de...
İşte kapitalizm, hep bu bölgeye seslendi, hep bu bölgeyi aktive etti: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” mesela tam da limbik bir seslenmedir. Hem de çok!
15 Mart 2020 Pazar
Korkmayın!
İnsanın aklına ister istemez Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” kitabı geliyor. 2007’de yayınlanan kitabında felaketler kapitalizminin yükselişini ve egemen sınıflara, küresel elitlere “yönetme” sürecinde sağladığı olanakları anlatıyordu. Askeri, toplumsal, bilimsel ve psikolojik olanakları. Bir hafta içinde yaşadıklarımız, dolaylı yoldan izlediklerimiz tam da bu olanakların boyutlarına da işaret ediyor, sanki.
Kendi adıma, günümüzde, şu son bir iki haftaya damga vuran olaylarda, masa başı mesai ile yazılan senaryolarla, projelerle yol alındığını düşünmüyorum. Böyle masalar vardır. Ama dünya, Türkiye, toplumsal düzen, masa başında kotarılamayacak kadar karmaşıklaşmış durumda. Planlar olur, ama planlar asla tutmaz.
Öbür taraftan her şeyin çok kontrol altında olduğunu söylemek de pek mümkün görünmüyor. Yani ortada planlı ve kontrollü bir “felaket” olmadığı da ortada. Ama yaşananları an ve an izleyip raporlayan “düşünce kuruluşları” da mutlaka vardır. Strateji ve hamleler öneren de... Ama yaşadıklarımız bir film değil. Kurmaca değil. Gerçek.
Klein kitabında bunun, yani küresel ölçekteki felaketlerin yeni bir yönetim biçimi olduğunu söylüyordu. Ki dün yayınlanan bir söyleşisinde (*) de Koronavirüs’ün “felaket kapitalizminin aradığı mükemmel felaket” olduğunu söylemiş. Yani kapitalizmin yapısal krizini bastırmak için aradığı çok boyutlu bir felaket olduğunu belirtmiş.
Olabilir mi? Yani bu salgın üzerinden kapitalizm küresel ölçekte daha otoriter, kitleleri ölüme gönderebileceği, çeşitli kısıtlamalar ve düzenlemeler getirebileceği bir döneme geçebilir mi? Zor değil mi? Ama öbür yandan bunlara çoktan geçmediğimizi söylemek de mümkün mü?
Göreceğiz.
Kendi adıma, günümüzde, şu son bir iki haftaya damga vuran olaylarda, masa başı mesai ile yazılan senaryolarla, projelerle yol alındığını düşünmüyorum. Böyle masalar vardır. Ama dünya, Türkiye, toplumsal düzen, masa başında kotarılamayacak kadar karmaşıklaşmış durumda. Planlar olur, ama planlar asla tutmaz.
Öbür taraftan her şeyin çok kontrol altında olduğunu söylemek de pek mümkün görünmüyor. Yani ortada planlı ve kontrollü bir “felaket” olmadığı da ortada. Ama yaşananları an ve an izleyip raporlayan “düşünce kuruluşları” da mutlaka vardır. Strateji ve hamleler öneren de... Ama yaşadıklarımız bir film değil. Kurmaca değil. Gerçek.
Klein kitabında bunun, yani küresel ölçekteki felaketlerin yeni bir yönetim biçimi olduğunu söylüyordu. Ki dün yayınlanan bir söyleşisinde (*) de Koronavirüs’ün “felaket kapitalizminin aradığı mükemmel felaket” olduğunu söylemiş. Yani kapitalizmin yapısal krizini bastırmak için aradığı çok boyutlu bir felaket olduğunu belirtmiş.
Olabilir mi? Yani bu salgın üzerinden kapitalizm küresel ölçekte daha otoriter, kitleleri ölüme gönderebileceği, çeşitli kısıtlamalar ve düzenlemeler getirebileceği bir döneme geçebilir mi? Zor değil mi? Ama öbür yandan bunlara çoktan geçmediğimizi söylemek de mümkün mü?
Göreceğiz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)