30 Aralık 2018 Pazar

Sası bir yılın ardından...

Ressam Namık İsmail'in 1919 yılında Kurtuluş gazetesi için çizdiği Karl Marx çizimi.*


Gerçi insanın yeni yılı kutlayası gelmiyor ama madem 18’den 19’a geçiyoruz en azından geride kalanı nasıl hatırlayacağımızı düşünebiliriz. Hatta “Hatırlayacak mıyız?” diye de sorabiliriz. Çünkü serbest çağrışımla düşünürken 2018 için aklıma “sası” kelimesi geliyor: Tatsız, renksiz, ruhsuz anlamında. Öyle bir yıldı sanki 2018. “Hatırlayacak mıyız!” sorusu oradan geliyor.

Hâlbuki bazı çok önemli yıldönümleri vardı geride bıraktığımız şu yılda. Mesela Mayıs 68’in 50. yılıydı 2018. Tüm o şamatalı tarihe rağmen ne kadar da sönük geçti anmalar, kutlamalar. Sanki tedavülden kalkmış bir 68 vardı 2018’de. Tüm o laforizmalardan geriye kala kala Macron kaldı ya!

Ve Mayıs 68 ile bağlantılı bir diğer yıldönümü de psikiyatri tarihindeydi: 2018, Avrupa’da akıl hastanelerinin kapatılmasını simgeleyen ya da başlatan Basaglia Yasası’nın 40. yılıydı. Başını psikiyatrist Franco Basaglia’nın çektiği bir hareket, on yıla varan mücadelenin sonunda, İtalya’da çıkan yasa ile akıl hastanelerinin kapatılmasını ve kronik psikiyatri hastalarının toplum içinde, yaşamdan kopmadan tedavi olmasını sağlamıştı. Tüm bu yasa serüveninin arkasında ise eklektik yapısıyla İtalyan solu vardı. İçinde demokratından Maoistine, katoliğinden İtalyan Komünist Partisi’ne herkesin yer aldığı bir hikâyedir Basaglia Yasası. On yıllar sonra sonu birçok hizmet kaleminin özelleştirilmesiyle biten demokratik bir hikâye!

Mayıs 68 ve Basaglia tarihin salınımı içinde bir kutbu simgeliyorsa tam karşısında da bir başka kutup vardı. İzleri Marx’ın hayatına kadar sürülebilen bir kutup. İşte bu kutbu 2018’de 100 yılını geride bırakan Yunanistan Komünist Partisi tarihinde de bulmak mümkün. Militan ve inanmış bir partinin, bir çizginin 100 yılı geride kaldı. KKE’nin mücadele tarihinde uzlaşı, çok renklilik, işbirliği karşısında sabır, ısrar ve netlik arayışını bulabiliyorsunuz. Sası olmayan bir şeyleri. Tıpkı Marx’ın hayatı gibi.

2018’de Marx’ın 200. yaşını geride bıraktık. Birçok kutlama yapıldı bu özel yaş için. Ama iki tanesini yeniden hatırlatmak isterim: Wilhelm Liebknecht’in “Karl Marx: Biyografik Anılar” kitabının yayımlanmasını ve Madde, Diyalektik ve Toplum dergisinde hazırladığımız Karl Marx dosyasını.

23 Aralık 2018 Pazar

Hacettepe Çıkmazı


Aslında tam olarak bir çıkmaz da sayılmazdı. Hacettepe’den Hamamönü’ne çıkılan bir sokaktı. Biraz yan yatmış ama yıkılmamak, ayakta durmak için birbirine yaslanmış eski binaların arasından kıvrılır ve sonunda dar bir geçitle ana caddeye açılırdı. Korna seslerinin tüm hayatı bastırdığı iki cadde arasında uzanırdı. Talatpaşa’yı Dumlupınar’a bağlardı. Ya da Dumlupınar’ı Talatpaşa’ya. Bir nevi, tarihi bir kısa geçitti yani.

Adı Sarıkadın Sokağı’ydı. Nam-ı diğer öğrenci sokağı. Ekmek arası patates kızartması yediğimiz bir sokak. Öğrenciyiz tabii ki ve yurtta kalıyoruz. Hacettepe Merkez Kampüsü yurtlarında.

Üç blok var: A, B ve C. Tıp Fakültesi için C blok ayrılmış. Herkesin ders çalıştığı bir blok yani. Çalışma salonlarında bazı kişilerin sabit yerleri var. Masanın, sandalyenin üstünde isimleri yazıyor, başkası oturamıyor. Çünkü molalar dışında hep salondalar. Bir nevi orada yaşıyorlar. Tıp için.

Ben ve benim gibiler ise pek hazzetmiyor bu gömülme halinden. Ders, bilim falan sevmediğimizden değil ama ders merkezli bir hayata mesafeliyiz. Bir yandan tıp okuyup bir yandan da hayatı kaçırmama derdindeyiz. Daha doğrusu doludizgin yaşayıp aradan tıbbı da çıkarma telaşındayız. Ama yapacak bir şey yok, tüm her şeyin arasında tıp da bazen kaçabiliyor.

Çalışma salonlarına nadiren uğruyoruz. Ama vaktimizi öğrenci sokağının bir kısmını dolduran kafelerde king oynayarak da geçirmiyoruz. Başka bir kafa var bizlerde. Hatta birbirimizi bile bilmeden o başka kafalarda yaşıyoruz. O kafeler ise başka türde bir çalışma salonu. Sigara, avarelik ve lagara lugara! Bize sorarsanız hepsi aynı yere çıkıyor: Düzene uygun kafalara!

C bloktakilerin önemli bir kısmı tıp çalışma salonlarından B bloktakilerin önemli bir kısmı ise king çalışma salonlarından mezun oldu. Tabii ki C bloktan bazı öğrenciler de vardı king ming masalarında. Onlar da kâğıt oyunları kralı olarak diplomalarını aldılar. Bir nevi yan dal uzmanlığı yani.

16 Aralık 2018 Pazar

CIA'nin enteresan köpekleri


Geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız bir “bilgi” yayınladı. “Bilgi edinme özgürlüğü” çerçevesinde verilen bir dilekçeye istinaden “zaman aşımına” uğramış bir devlet sırrı açıklandı.

Kapitalist devletlerin böyle güzellikleri var. Bazı bilgiler zamanla aşınıyor ve onlar da “biz vaktinde şöyle şeyler yapmıştık” diye gönül rahatlığıyla yayınlıyorlar. Medya ise bazen “ay ne fena!” diye veriyor bunları, bazen de “vay arkadaş, zamanında neler olmuş” aymazlığıyla.

İşte bu yeni açıklanan bilgiye göre CIA, bir zamanlar, beyinlerine yerleştirilen alıcılarla köpeklerin davranışlarını uzaktan kontrol etmeyi denemiş. 1963 yılında yürütülen bu “çok gizli” (top secret) araştırmaya göre “araştırmacılar” önce köpekleri başlarına geçirilen plastik alıcılarla kontrol etmeye çalışmışlar. Ama olmayınca altı köpeğin kafatasına, derinin hemen altına, ameliyatla elektronik bir aygıt yerleştirmişler. Ve beyinde bazı bölgelere uzaktan uyarılar göndermeye çalışmışlar. Sonra da hareketlerini yönlendirmişler.

Bu bilgi, geçtiğimiz günlerde The Black Vault (kara kutu) sitesinde açıklandı. Sitenin yürütücüsü John Greenvauld kendini zaman aşımına uğrayan devlet belgelerini incelemeye adamış bir Amerikalı. Böyle ilginç birisi. Grenvauld, CIA’nin davranış kontrolü üzerine yaptığı tüm araştırmaları, CIA tarafından hazırlanan raporları da sitesinde veriyor.

Sitesinde, Amerikan devleti tarafından her gün erişime açılan ya da kendisinin üret karşılığı talep ettiği binlerce belgeyi inceliyor ve çarpıcı, ilginç ya da “önemli” olanları yayınlıyor. Kendi ifadesine göre Greenwald köpekler üzerine yapılan CIA deneyinin 20 yıldır peşindeymiş. Ve en sonunda CIA’nin köpeklerine ulaşmayı da başarmış.

9 Aralık 2018 Pazar

40 yıl sonraya da kalır sesin, Necdet Bulut


Evet, kalır.

Nasıl mı? Kendi insanlarını arar, bulur, bir araya getirir, emek verir ve de kendi insanların için didinirsen. Ama öyle rastgele değil. Nereden gelip nerelere gittiğini bilerek. Nereye gitmek istediğini bilerek.

Bakmayın siz, uzunca bir süredir her koyun kendi bacağından asılır edebiyatı çoğunlukta dünyada ve de ülkede. Akademide, bilim dünyasında ise malum, “etliye sütlüye karışmama” hali baskın.

Hatta artık sanal âlem çağındayız; sallamak, üfürmek de sınırsız, sorumsuz, alabildiğine özgür. Akademi de hariç değil! Alıyorsunuz twitterdan mivittırdan üç-dört bin takipçi, başlıyorsunuz “ben nasıl milliyim, ispatlamadan şuradan, şuraya gitmem” diye böğürmeye. Ama şükür, dünya sadece vitrinden ve şovbizinistan ibaret değil. Tüm kuru gürültüye karşın bazı seslerin tınısı 40 yıl da geçse halen yankılanıyor.

Dün İzmir’de, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde toplandık. 40 yıl önce hain bir saldırı sonucu aramızdan alınan bilim insanı Necdet Bulut’u anmak için. Sevenleri, mücadele arkadaşları, bilime emek verdiği mesai arkadaşları, O'nu yeni tanıyan genç kuşaktan bilim emekçileri ve bilimin aydınlık geleceğine inananlar olarak. Ankara’dan Ali Rıza Aydın, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin davetini kırmadı ve Necdet Bulut’u, tanıdığı, bildiği yol arkadaşını anlattı. Yazılama Yayınevi’nin yayımladığı “Karanlığın Katlettiği Bilim İnsanı: Necdet Bulut” kitabının hazırlanış sürecini paylaştı. Sağolsun.

Ve soLHD ekibi de sağolsun. Yazılama Yayınevi’nin de katkılarıyla dünkü anma için özel bir video-söyleşi hazırladılar. Necdet Bulut’un 26 Kasım 1978’de, Trabzon’da uğradığı saldırı sırasında yanında olan ve saldırıdan yaralı kurtulan eşi Neşe Erdilek Bulut da bir video söyleşi ile katıldı İzmir’deki anmaya. Bu sayede, birinci ağızdan, en yakınından biliminsanı ve net bir sınıf perspektifine sahip Necdet Bulut’u dinledik.

Peki, kimdir Necdet Bulut?