Sanki sürekli “O” hakkında konuşulan küçük bir mahallenin içindeydik: nasıl yürüdüğü, ötekilere gününü nasıl gösterdiği ya da gözlerimizin içine baka baka nasıl da yalan söylediği! Sanki bu lider bir yakınımız, bir ahbabımız ya da hasmımızdı da hepimiz bir üçüncü tekil şahıs havasında takılıp kalmıştık. Herkesi konuşturan, herkesi olumlu ya da olumsuz bir özdeşim kurmak zorunda bırakan bir şahıs havasında. Kimileri bu tutulma haline bir zamir bile buldu: dördüncü tekil şahıs.
Bu dönemin teorisyenleri de vardı, her şeyi psikolojinin, psikanalizin diliyle açıklayan teorisyenleri. Vamık Volkan’dan Slavoj Zizek’e uzanan bir toplamdı bu. Kimisi liderlere, toplumsal travmaya ve grup psikolojisine değiniyordu, kimisi ise post-Sovyetik dünyaya Lacan ile seslenmeye çalışıyordu.
Şimdi, sanki hepsi yavaş yavaş geride kalıyor. Siyaseti psikoloji ile açıklama devri sanki bitiyor. Tabii ki siyasette psikoloji tamamen geride kalmaz, kalamaz. Ama olaylar olayları kovalıyor ve herkes nefesini tutmuş, “bu kadarı da olmaz” gözüyle bakılan şeylerin olmasını, tümgüçlü liderlerin çaresizleşmesini izliyor.
Dünya on yıl öncesine göre başka bir yöne gidiyor: Zaten gitmekte olduğu ama geniş yığınların siyaset ve örgütsüzlük hovardalığı yapabildiği günlerde tam zıttı yöne gidiyor havası yaratabildiği yöne.