6 Nisan 2018 Cuma

Janne Mark with Arve Henriksen | Pilgrim


Janne Mark writes hymns. And yet there is nothing about her that is stuck in a fusty tradition. She writes in the here and now, she is socially aware and committed, and in her work she draws on the freedom of jazz and all of the breadth of the Scandinavian folk tradition. And that is how her songs have established their place outside the canon of sacred music and in the secular space. As she explains herself, “the music of ‘Pilgrim’ is written for people who are unfamiliar with the church as well as for those who know it well.”

Henriksen is an important figure in Nordic jazz, and is also known for his work with Lars Danielsson on projects such as the “Liberetto” albums. Henriksen’s unique flute-like trumpet sound with all its emotion and expressiveness fits in superbly. In fact Mark had wanted to incorporate it into her music for a long time. “Arve’s sound reaches into the deepest layers of human existence,” she says. “When I first heard it, it affected me so completely and totally, I knew I had to follow the path of that sound.”

The Danish hymn tradition is agrarian. Most hymns were written in the countryside where the majority of Danes used to live, but Mark incorporates the urban space into her hymn-writing more than any other modern practitioner, and has found a unique way to reinvent the Danish hymn-writing tradition. Indeed she has been described as being like a musical cornflower at the hub of the city.

“Pilgrim" is an engaging and thoughtful album with plenty in it to discover. It is a haven of peace and quiet in a world beset with restlessness and uncertainty. It is also the portrait of a fascinating artist who is little known as yet outside Denmark. Janne Mark has embarked upon a path between hymns, songwriting, folk and jazz, and has done so with great success.

Janne Mark with Arve Henriksen | Pilgrim | ACT | 2018 | *****

1 Nisan 2018 Pazar

Otizm “büyük bir hızla” artıyor mu?


Yarın otizm farkındalık günü. Yani 2 Nisan. Önceden böyle bir gün yoktu. Birleşmiş Milletler 2008’den bu yana üye ülkeleri 2 Nisan’ı otizm temasıyla geçirmeleri için destekliyor. Günün amacı otizmli bireylerin toplumun bir parçası olduğu bir kez daha hatırlatmak ya da var olan farkındalığı arttırmak. 

Otizm ise yakın zamanda başka bir tartışma üzerinden gündeme geldi: Aşı tartışmalarıyla. Çünkü “aşılar otizme yol açıyor” efsanesi aşı karşıtlarının en çok sevdiği argümanlardan bir tanesi. Ama bir efsane. Hem de tıp tarihinin en kötü aldatmacalarından birisine yaslanan bir efsane. Tıp yayıncılığının en tepesinden yayılmış bir efsane [1].

Lancet dergisi, 1998 yılında İngiliz hekim Andrew Wakefield’a ait bir makale yayınlar [2]. Makale kızamık aşısının otizme yol açtığını iddia etmektedir. Makale yayınlanır yayınlanmaz ortalık karışır: İngiltere ve İrlanda’da aşılama oranları düşer. Yıllarca süren tartışmalardan, toplumda aşılara karşı oluşan güvensizlikten sonra Wakefield’in araştırma yönteminde açık bir hile yaptığı ortaya çıkar. Wakefield aşılanmamış çocukları seçmemiştir; artmış bir risk varmış gibi gösterebilmek için olguları aşılanmış çocuklardan seçmiştir [3].

Makaleyi yayınlayan Lancet 12 yıllık bir incelemenin sonucunda bildirilen sonuçların “doğru olmadığının” ve “daha önceki bir çalışmanın bulgularına ters olduğunu” duyurarak makaleyi geri çeker [4]. 2010’da [5]. Ama iş işten çoktan geçmiştir. Söylenti yayılmıştır bir kere ve Wakefield hekimlik ehliyeti iptal edilse bile aşı karşıtları için bir nevi peygambere dönüşmüştür. Hatta şanı tüm dünyaya yayıldığı için dolaşır. Ve yakın zamanda Teksas’da aşı karşıtı kampanyanın öncü sesi haline gelir [6].

Eee, ne de olsa her efsanenin bir alıcısı var. Ve efsaneler özellikle belirsizlikler zamanlarında yayılıyor. Tam da içinden geçtiğimiz dönemde olduğu gibi. Artıyor, azalıyor ama bu tür takıntıların, hatta sanrıların toplumda alıcısı mutlaka oluyor.