“Yoksulluk ve benzeri toplumsal sorunları istismar ederek harekete geçen komünistler toplumdaki ‘huzur ve sükûn ortamını’ bozmuş, kitle katliamları ve terör hareketleri ortalığı kaplamıştır. Meclislerin ve hükümetlerin etkisiz kalması karşısında artık ikazların da bir işe yaramadığını gören ordu yönetime el koymuştur.”[1]
*
Bir kaybın ardından bireyin yaşadığı psikolojik bir uyum süreci olan yas, toplumlar, toplumsal gruplar için de geçerli olabilir mi? Aynı kaybı kolektif olarak eşzamanlı yaşayan bireyler kendi içlerinde tekil keder süreçleri yaşarken taraf oldukları grup da paralel bir psikolojik yas sürecinden geçebilir mi? Ya da birey kaybın ortaya çıkardığı değişikliği ancak yas gibi istemdışı bir tepki ile içselleştirebiliyorsa, bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları ama toplamlarından daha farklı bir anlam taşıyan grup, kayıplara nasıl tepkiler üretir, hangi süreç ya da süreçler aracılığıyla kaybedilene uyum sağlar? 12 Eylül darbesi Türkiye solu için ardından yas tutulmasını gerektiren bir kayıp yaratmış mıdır? Tarihi boyunca birçok kayıp yaşayan sol için 12 Eylül farklı bir anlam taşımış mıdır ya da bir farklılık varsa bu nereye dayanmaktadır? Türkiye’de sol 12 Eylül sonrasında aşağılandı, şiddet gördü, yaralandı ama bir yandan da en çok kendisiyle uğraştı. Yas sürecinin aşamalarını, yas sorunlarını 12 Eylül öncesindeki ve sonrasındaki Türkiye soluna uyarlamak ve toplumsal, siyasal, kuramsal sonuçlarının yasla olan paralelliklerini aramak bir yanıt oluşturabilir mi? Bu yazı solun artık belki de geride kalmış bir kederine yine kederin kendisinden yola çıkarak ışık tutmaya çalışıyor.