28 Mayıs 2024 Salı

Hakkımda

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi (İng.) 2001 mezunuyum. Psikiyatri uzmanlığımı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'nda 2009'da tamamladım. Uzmanlık eğitimim sırasında “TürkSch - Psikozlarda Gen-Çevre Etkileşimi için İzmir Akıl Sağlığı Araştırması” ekibi içinde yer aldım. Uzmanlık tezimi “toplumsal eşitsizlikler ve psikotik yaşantılar” üzerine yaptım. Uzmanlık sonrası Sinop'ta görev yaptım ve 2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım. 2014 yılında Hollanda Maastricht Üniversitesi'nde “kentsel sosyal çevre ve psikozlar” üzerine doktoramı tamamladım. 2018 yılında ise doçent unvanı aldım.

Dokuz Eylül Üniversitesi'ndeki mesleki ve akademik yaşamımı 2024 yılına kadar sürdürdüm. Ağırlıklı olarak şizofreni ve psikotik bozukluklar alanında çalıştım. Çoğunluğu epidemiyoloji, psikotik bozukluklarla ilgili olmak üzere yayınlanmış 120 üzerinde bilimsel ve mesleki makalem bulunuyor. Türkiye Psikiyatri Derneği'nin farklı kurullarında uzun yıllar görev aldım. Yine uzun bir dönem soL Haber Portalı'nda haftalık yazılarımla yer aldım.

Farklı kitaplarda (Tıp Bu Değil [2012]), Barış Kitabı [2015], Şizofreni ve Psikotik Bozukluklar [2017], Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm [2018]) yazılarım yer aldı. Yayınlanmış iki öykü kitabım (Gerisi Hep Rivayet [2016], Ruhlar Mezbahası İyi Günler Diler [2020]) bulunuyor. Çalışmalarımı İzmir, Alsancak'ta bulunan muayenehanemde sürdürüyorum.

26 Mayıs 2024 Pazar

Şizofreni tedavisinde neler eksik kalıyor?


"Anti-şizofrenik" bir ilaç tedavisi bulunmuyor. Yani şizofreni adı verilen ve farklı etiyolojik/patofizyolojik süreçlerin sonucu olan sendromun klinik görünümlerinin tamamı için bir tedavi bulunmuyor. Sendromun klinik görünümleri derken farklı belirti kümelerini kastediyorum; tanı sistemlerine giren (sanrılar, varsanılar, dezorganizasyon, negatif ve katatonik bulgular) ve girmeyen (bilişsel, duygudurum) belirtileri (Gülöksüz ve van Os, 2018). 1953’te kullanıma giren klorpromazinden bu yana (López-Muñoz ve ark. 2005) antipsikotikler tüm bu belirti kümelerinden sadece ilk üçü konusunda “başarılı” oldular: sanrılar, varsanılar ve dezorganizasyonun bir kısmı için. Şizofreni hastalarının önemli bir kısmında ise ikili, üçlü ya da ağızdan, aylık depo antipsikotik kullanımına rağmen bu belirti kümeleri bile tam iyileşme göstermiyor (Lehman ve ark. 2004).

Öte yandan şizofreni tedavisini bir "başarısızlık" olarak görmek hatalı olacaktır: tıbbın diğer branşlarındaki ilaç tedavilerinde de (özellikle de uzun süreli ve sendromal durumlarda) benzer tedavi oranları ve zorlukları bulunuyor (Dixon ve ark. 2016). Şizofreni için zorluklar beynin kompleks işleyişinden kaynaklanıyor: şizofreni muhtemelen beynin evrimsel/biyolojik temel yapısıyla/organizasyonuyla ilgili bir durum. Beyindeki sinirsel iletimden sorumlu molekülleri oldukça uzaktan ve özgül bir bölge olmaksızın etkileyen tek boyutlu bir tedavinin tam iyileşme sağlamasını beklemek beyni, sinir sistemini (ve tabii ki  evrimsel sürçleri) anlamamak anlamına gelecektir. Şizofrenide, tartışmalı bir "tam iyileşme" hedefine olanak tanımayan köklü bir evrimsel, nörogelişimsel arkaplan var. Yani, şizofreni adı verilen sendromal toplama dair epidemiyolojik, fenomenolojik ve patofizyolojik bilgilerimiz arttıkça "tedavi" ufkumuz da gelişecek. Tıbbın diğer alanlarında, örneğin Multiple Skleroz ya da romatolojik hastalıkların ilaçla tedavisinde sağlanan gelişmeler patofizyolojik bilgilerin artması sonrasında elde edildi. Benzer bir gereklilik şizofreni tedavisi için de gerekiyor, sinir sisteminin karmaşıklığının yarattığı zorluklara rağmen. Ve şizofreni için çok-boyutlu bir tedavi gerekiyor. Antipsikotikler iyi ki var ama bir yandan da daha ötesi, bu kompleks durumu daha bütüncül ele alacak bir tedavi yaklaşımı lazım (Insel 2016).

Peki genel olarak tedavide eksik kalanlar neler?

4 Nisan 2024 Perşembe

Şizofreni için yeni bir isim bulmak!

Başlığın karmaşıklığının farkındayım. Şizofreni ile ilgili damgalanmaya katkıda bulunurum tedirginliğiyle ve biraz da içime tam sinmeden tercih ettim başlığı. Güncel bir tartışmayı gündeme getirmek için…

Gündeme getirmek istedim çünkü bir süredir “şizofreni” terimi, tanısı tartışılıyor uluslararası psikiyatri camiasında. Tamamen kullanımdan kaldırılmasını savunanalar da var, yeni isim önerenler de var, terimin miadını henüz tam doldurmadığını düşünenler de var. Ve yakın zamanda dünyanın önde gelen “şizofreni” araştırmacıları, bu isimlendirme tartışmaları için görüşlerini ve yaşanan “hastalık “durumunun doğasına dair düşüncelerini yazdılar [1].

Yazdılar, çünkü bazı insanlık halleri -ki bunların önemli bir bölümü “tıbbi” hastalıklardır: verem, diyabet, AIDS gibi- toplum tarafından yeniden ve yeniden damgalanır. Tekinsiz bir durumu, bir olguyu ya da kişiyi bu şekilde, yani damgalayarak, etrafını çizerek “zararsız” hale getirmeye çalışır toplum. Çalışır ama esas olarak karşılaştığı durumu anlayamaz; kendince zararsız hale getirmeye çalışır! Zararsız hale getirmeye çalışırken de zarar verir.

Bunu fark etmez bile, yani toplumun yol açtığı zararı. Şizofreninin başına gelen tam da budur: damgalanma, dışlanma, fosforlu kalemle büyük bir daire içine alınma! En hafif tabiriyle “bir tuhaf” görülme!

Böylece çoğu kişi için yıkıcı sonuçları olan bir “hastalık” toplum tarafından da yeniden ve yeniden izole edilmiş olur. Sosyal olarak yalıtılır, uzaklaştırılır. Bu sosyal izolasyon için önceden büyük akıl hastaneleri gerekirmiş. Modern toplum tımarhaneyi gündelik hayatın içine taşımış.

Halbuki gaipten ses duyan ilk insan kimdi ki? Ve gaipten ses duyan ilk insanı garipseyen ilk insan kimdi ki?

Ya... Gaip ne zaman ortaya çıkmıştı ki?

İşte bunlar kaybolur bu izolasyon içinde.